Timbuktu
Kitap Tanıtımı : "Timbuktu" isimli kitabı Melek BAR ELMAS tanıttı. (19 Temmuz 2007)
Adı : TİMBUKTU
Yazar : Paul Auster
Yayınevi : Can yayınları
www.canyayinlari.com
(******) (8/10)
Niçin Okuyasınız ?
Bir köpeğiniz varsa ve şu ana kadar köpek psikolojisi hakkında herhangi bir şey okumadıysanız bu kitabı okuyun. Hem köpeğinizi daha iyi anlayacak, hem de ona daha çok bağlanacaksınız…
Köpeğiniz yoksa bile kitabı okuyabilirsiniz. Çünkü kitap “ölüme yatmak” konusunda hoş yorumlar içeriyor. Kitapta hem eceliyle ölüm, hem de intihar konusunda farklı bir bakış açısı bulacaksınız.
Bir konuda sizleri uyarmak istiyorum; neşelenmeye ihtiyacınız varsa bu kitabı okumayın.
Kitaba Dair…
Kitap, ölmek üzere olan bir adamın köpeğine yeni yuva bulmak için çıktığı yolcukla başlıyor. Adam köpeğine yer bulamadan da ölüyor. Tek başına kalan köpek, kendine yuva arayışını sürdüyor. Hastalanması, ilk sahibine duyduğu özlemle birleşince, intihar ediyor.
Gördüğünüz gibi öykü çok karamsar.
Yalnız yazarın hakkını yememek gerek. Bunca karamsar bir öyküye çok keyifli espriler ve dünya görüşleri sıkıştırmış. Okurken, ağlamakla gülmek arasında sık sık gidip geliyorsunuz.
Kitabı bitirdiğinizde ise köpeğinize sevgiyle sarılıp, hayatta olduğunuza şükrediyor ve ölümünüzü düşünmeden edemiyorsunuz.
Kitapta, köpeklerin genel duygu hali, koklama sevdası, özellikle rüyaları çok iyi anlatılmış.
İnsan dışı yaratıkların bakış açısıyla yazılmış kitaplar ilginizi çekiyorsa, Akif Prinçci’nin Felidae’sini okumanızı şiddetle tavsiye ederim. Müthiş bir kedi romanı…
Bizim evde ciddi bir Paul Auster koleksiyonu var. Evdeki herkes “yüreğin kaldırmaz” dediği için bugüne kadar hiç birini okumadım. Bu kitap benim Paul Auster’dan okuduğum ilk kitap. “O kadar da değilmiş” deyip, hemen Yanılsamalar’a başladım. Henüz yazar hakkında genel bir kanım oluşmadı.
Kitapta Beni Etkileyen Satırlar…
“İki arabalık garajlar, onarım kredileri, Neo-Rönesans alışveriş merkezleri Amerikası’nda bulmuştu kendini; aslında bütün bunlara bir itirazı yoktu. Willy ise bu tür şeyleri hep kınardı, o gülünç, çarpık konuşmasıyla söverdi onlara, ama Willy dışarıdan içeri bakıyordu, onları denemek bile istememişti. Kemik Bey ise içerdeydi şimdi ve sahibinin nerede hata yapmış olduğunu, iyi bir yaşamın bolluğunu tepmek için neden onca çaba harcamış olduğunu merak ediyordu. Burada yaşam pek de kusursuz sayılmayabilirdi, ama övülecek çok yanı vardı; bir kez bu sistemin işleyişine alıştınız mı, gün boyu bir tel örgüye bağlı olmanız artık önemini yitiriyordu. Hatta böyle bir yerde iki buçuk ay geçirdikten sonra adınızın Parlak olmasına bile aldırmaz oluyordunuz.” (Sayfa: 146)
Neden 8 verdim…
Köpeğin sahibi Willy, köpeği kendisini koruması için almış bir şizofren. Kitapta Willy’nin düşünce akışları bana inandırıcı gelmedi. Yazar mahallenin delisini incelemiş ve onu yazmış gibi bir izlenime kapıldım. Yazarın, şizofrenler hakkında daha ciddi çalışmış olmasını beklerdim.
Köpekler ölülerini sahibine göstermeyi hiç sevmezler. Ölümün yaklaştığını hisseden köpek evden uzaklaşır ve ıssız bir köşede ölmeye yatar. Oysa kitabın sonunda Kemik Bey yani köpek intihar ediyor.
Sonu süslemek ya da dramatikleştirmek için yapılan iki sayfalık ek bana gereksiz geldi. Hem istenen etkiyi yapmıyor hem de kitap boyunca çok başarılı yapılmış köpek tasvirlerinin gerçekliğini sorgulamaya yönlendiriyor.
Kitapta Yer Almayan Satırlar…
Hayatımın büyük bir kısmını köpekle geçirdiğim için Timbuktu beni çok farklı yerlere götürdü. Satırlar arasında, köpeklerim resmigeçit yaptılar.
İlk köpeğimizi beslerken, yavru köpeklerin “doyma”yı bilmediğini bilmediğimiz için çok beslemiş ve sonunda hayvanı çatlatmıştık. İki doktor, bir veteriner hayvanı kurtaramamıştı. O yavru köpeğin; karnı şiş, tokluğundan memnun, acı ölümü ne zaman aklıma gelse, suçluluk duygusunun yüreğime taş gibi oturan ağırlığıyla hüzünlenirim.
Sonra aramıza katılan; Berduş, Kurt ve Kızım belediyenin hışmına uğradı. Üçü de eceliyle ölemedi. Yaşlıları sevmeyen zıpır Berduş, evimizin asil kabadayısı Kurt, sinirlenince sırtındaki tüyleri dikilen Kızım; çocukluğumun ve bekarlığımın çok uzaktaki anıları.
Kızıma arkadaş olsun diye edindiğimiz Joker ise ev değiştirirken, yeni komşularımızın sorun yaratma olasılığına karşı bir çitliğe verildi. Akibetini bilmiyoruz.
Joker; pointer (puanter) cinsi, ilk ve son dişi köpeğimizdi. Bir batımda, 10 yavrusu oldu. Yavruları muhteşemdi. İnanılmaz olgun, şevkatli bir anne, hanım hanımcık bir köpekti. Kendi yavrularını da Cansu’yu da çok iyi korudu. Hayatımda gördüğüm en hanımefendi köpekti.
Şimdi ise Tarçın’ımız var. Beyefendi, tam bir zirzop Golden Retriever. Kendisini ailenin küçük çocuğu ilan etmiş durumda. Kıskançlık diz boyu. Öte yandan sevimli mi sevimli. Duygusal mı duygusal.
Türünden beklenmeyecek kadar korumacı. Şimdilerde Cansu’nun yanına 9 yaşından büyük tanımadığı hiç bir erkeği yaklaştırmıyor. Cankut ise “Tarçın” desin yeter. Hemen yetişiyor.
Her köpeğimin ölümü, beni hırpaladı. Bu nedenle Tarçın’a bağlanmak istemedim. Sıpa ne yaptı etti beni kendine bağladı. “En şımarık çocuğum” ünvanını söke söke aldı.
O kadar çok anı canlandı ki gözümde hangisini yazayım bilemedim. Aklımda şu sözler takıldı kaldı:
“Ölümle hazırlıksız karşılaşanları çabuk tanırsınız. Onlar hayata sıkı sıkı bağlıdır. Hayat anlayışlarında ne köşe, ne de kemik vardır. Sevdiklerini kaybetmekten ölesiye korkarlar. En zor zamanlarda bile neşelerini korumaya özen gösterirler. Zaman zaman gözleri derinleşir, size bakarlar ama bakışları sizi geçip gider. işte o zaman gözlerinin arkasındaki kederle tanışırsınız. Keder perdesini aralayabilmeniz için yüreklerini ve güvenlerini kazanmış olmanız gerek...”
Ölüm ve kendi ölümüm hakkında aklıma gelenleri ise bir başka yazıma sakladım. Henüz yazmaya hazır değilim.
Şimdi havuza gidip, keder perdemi yıkayacağım... |